Defolu Elbise
Dili olsa da anlatsa. Kim bilir, birbirinden güzel nice insanlar görmüştür şu yaşlı dünya. Örnek alınacak, birbirinden değerli nice hayatlar yaşamıştır o güzel insanlar, şu koca, şu kocamış dünyanın sırtlarında. İşte onlardan biri de, bundan yıllaaar önce, Kûfe adında bir şehirde yaşardı. Adı Numan. Babasından dolayı ona Numan bin Sabit denirdi. Yani Sabit’in oğlu Numan. Büyük bir alim olduğu için İmam-ı Azam derlerdi aynı zamanda. Lakabı da Ebu Hanife.
Dili olsa da anlatsa. Kim bilir, birbirinden güzel nice insanlar görmüştür şu yaşlı dünya. Örnek alınacak, birbirinden değerli nice hayatlar yaşamıştır o güzel insanlar, şu koca, şu kocamış dünyanın sırtlarında.
İşte onlardan biri de, bundan yıllaaar önce, Kûfe adında bir şehirde yaşardı. Adı Numan. Babasından dolayı ona Numan bin Sabit denirdi. Yani Sabit’in oğlu Numan. Büyük bir alim olduğu için İmam-ı Azam derlerdi aynı zamanda. Lakabı da Ebu Hanife.
İmam-ı Âzam Ebu Hanife, Kûfe’nin en bilgili, en dürüst ve en saygın tüccarlarından biriydi. Farklı şehirlere gidip gelen kervanlarla yaptığı ticaretini, ortağı ile birlikte gerçekleştiriyordu. Böylece, hem geçimini sağlıyor hem de ilim yolunda kendisine, ailesine, çevresine ve öğrencilerine zaman bulabiliyordu.
Bir gün yine tatlı bir telaş vardı. Bu kez yolculuk sırası ortağındaydı. Top top kumaşlar, rengârenk ve çeşit çeşit elbiseler özenle paketlenip yüklendi develere. Tamamlandı yol için lazım olan ne varsa. Böylece kervan hazırlandı, sabah erkenden çıkılacak uzun ticaret yolculuğuna.
Bu arada Ebu Hanife ortağına, bir elbisenin kusurlu olduğunu ve onu satarken müşteriye mutlaka söylemesi gerektiğini sıkı sıkı tembih etti. Çünkü defolu elbisenin sağlam elbise fiyatına satılması bir Müslüman’a asla yakışmayacak bir davranıştı. Bundan ne Allah razı olurdu, ne de kulu. Kul hakkı yemek olacağından böyle bir davranışın ahirette de vebali büyüktü.
Kervan, besmeleyle çıkılan uzun yoldan nihayet döndü. Otuz bin dirhem kâr elde edilmişti. Bu gerçekten de çok iyi bir kârdı. Ancak, Ebu Hanife’nin aklı defolu elbisedeydi.
Ortağına, elbiseyi ne yaptığını sordu. Olacak şey değil! Ebu Hanife’nin uyarısını çoktan unutmuştu ortağı. Ellerini dizlerine vurdu. Eyvah eyvah, dedi. Elbisenin kusurunu söylemeyi unutup kusurlu elbiseyi sağlam elbise fiyatına bir müşteriye sattığını söyledi.
Korktuğu başına gelmişti Ebu Hanife’nin. İkisi de çok üzüldüler. Ancak olan olmuştu bir kere. İşin kötüsü, defolu elbisenin kime satıldığını bilmek de bulmak da imkânsızdı. Peki, ne yapacaklardı şimdi!
Doğru, dürüst, Müslüman’a yakışır temiz bir hayat yaşama konusunda oldukça hassastı Ebu Hanife. Helal kazanıp helal yollarda harcamayı kendisine ilke edinmişti. Bu nedenle, rızkına haram karıştırmak, onun için olacak şey değildi. Hem de bu bir kul hakkı ise asla!
Bu durumu kabullenemeyen Ebu Hanife, elinden gelenin en iyisini yaptı. Derhal, bu ticaretten kazandığı otuz bin dirhemin tamamını sadaka olarak dağıttı.[1] Sadece defolu elbisenin parasını sadaka olarak vermesi yeterli olabilirdi belki ama o böyle yapmayı tercih etmişti. Sonunda elde ettiği gönül huzuru ve mutluluğun tadına diyecek yoktu.
Ebu Hanife, elbette kendisine yakışanı yaptı. Böylece bize de üzerinde düşünüp örnek alınacak çok değerli bir anı bıraktı.
Düşünce Odası
- Ebu Hanife niçin ticaretini kendi başına değil de ortak kullanarak yapıyor?
- Ebu Hanife, defolu elbise konusunda ortağını niçin uyarıyor? Onun bu davranışını bir kelime ile anlatmak istesek en uygun kelime hangisi olurdu?
- Bir elbise parasını sadaka olarak vermesi yeterli olabileceği hâlde, Ebu Hanife sizce niçin elde ettiği kazancın tamamını dağıtmayı tercih etti?
- Hikayeyi okurken hangi duyguları yaşadınız. Yaşadığınız duyguları anlatan bir yazı yazarak arkadaşlarınızla paylaşınız.
[ Musa Mert ]
Konya Çocuk Dergisi, Ocak 2015, s. 3, 4.
[1] Hâtib Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XV, 490; Saymerî, Ahbâru Ebî Hanîfe, s. 46; Zehebî, Menâkıbü’l-İmam Ebî Hanife, s. 41; el-Heytemî, el-Hayrâtü’l-Hisân, s. 44.
Yorumlar (4)