DEĞER: Kime, Neye, Neden?
Bir etiket sevdasıdır gidiyor... Kim, ne, neden değerlidir? Kime, neye, neden değer vermeliyiz? Bir kimse, bir şey değerliyse değerlidir; kim, kime ya da neye değer verebilir ki!? Ya sahip olduğumuz değeri bil(e)miyoruz, ya da bildiğimiz değere sahip ol(a)muyoruz...
Doktor yaşlı teyzeyi muayene ettikten sonra, reçeteye yazabilmek için ona ismini sorar. Teyzenin soyadı ile çok mahir bir doktor olan bir hocasının soy isim benzerliğini fark eden doktor, tanışıp tanışmadıklarını sorar. Yaşlı kadın,
—Oğlum olur, deyince de doktor kalemi atıverir ve
—Teyzeciğim, oğlunuz benim hocam olur. Kendisi benin tanıdığım en iyi doktorlardan biridir. Neden oğlunuza gitmediniz de bana geldiniz, der. Yaşlı teyzenin verdiği cevap oldukça manidardır:
—Ne biliyim evladım, kendi oğlum olunca onu pek bir şeye benzetemiyorum?!
. . .
Bir lisede öğretmenlik yapıyorum. Öğretmenler odasında oldukça kibar, genç bir edebiyat öğretmeni arkadaşa yazmış olduğum bir hikâyeyi uzatıp,
—Hocam, alanın uzmanı olarak şu hikâyeyi bir okuyup değerlendirebilir misiniz, diye ricada bulundum.
—Hikaye kimin, diye sorunca da gülümsedim ve
—Ömer Seyfettin’in, diyerek takıldım.
Ertesi teneffüs öğretmenler odasına elinde hikâye ile geldi.
—Nasıl buldunuz, diye sordum.
—Ömer Seyfettin olay hikâyesinin öncüsüdür. Üstattır. Çok beğendim, dedi. Baktım ki bizim espri ciddiye alınmış. Ben de,
—Hocam, hikâye benim, ben espri olsun diye Ömer Seyfettin demiştim. Hikâyeyi tekrar okuyabilir misiniz, diye ricada bulundum. Arkadaş kırmadı sağ olsun. Ertesi gündü sanırım, hikâyeyi okumuş değerlendirmiş. Getirip bana verdi. Baktım, bazı yerlerini çizmiş, notlar yazmış. Üzerinde konuştuk. Teşekkür ettim ve sonra,
—Hocam, notlarınızdan anladığım kadarıyla “hikaye benim” dediğim için beni incitmek istememişsiniz. Fazla oluyorum ama yazıyı, bir öğrencinin yazmış olduğu hikâyesiymiş gibi bir daha inceleyebilir misiniz, diye son kez ricada bulundum. Arkadaş oldukça sabırlı davrandı, beni kırmadı, tekrar incelemek için aldı hikâyeyi.
Kaç teneffüs geçti bilmiyorum, yanıma geldi ve kâğıdı bana uzattı. Baktım, bu kez hikâyede neredeyse karalanmadık bir yer bırakmamış. Nezaketi, sabrı ve çok değerli zamanını benim için harcadığı için ona teşekkür ettim. Öğretmen arkadaş benden daha genç idi ve saygısından dolayı bana “Abi” diye hitap ederdi. Bir abi-kardeş sohbeti yapmanın gerekliliğine inanarak, bunun neden böyle olduğunu sordum. Pek çoğumuzda var olan bu durum ile ilgili oturup birlikte tartıştık. Kendimize bazı dersler çıkarmaya çalıştık.
. . .
“Ben insanım, o halde değerliyim.
Karşımdaki de insan, o halde o da benim kadar değerlidir.”
düşüncesine sahip olanlarımız çoğaldığında, artık kimse bizi tutamaz…
Allah ellerin(m)izi bırakmasın.
[ Musa Mert ]
Yorum Gönder