Eğitimci -Yazar Musa Mert ile özel röportaj
Değerli Yazar Ayşegül UYAR'ın Eğitimci Yazar Musa MERT ile yaptığı zevkle okuyacağınız özel röportaj: "Çocuklar ve gençler var oldukça ümit var demektir. Onlar benim geleceğe dair umudum, heyecanım, enerjim, mutluluk kaynağım. Onların dünyası, çirkinleştirilen ve çirkef yumağı haline getirilen şu dünyada oksijen çadırım benim. Hayatta nefes aldığım (cami dışında) iki yer var: Biri evim, diğeri okulum."
Röportaj: Ayşegül UYAR
10.07.2013
1. İsmail Hakkı Tonguç İHO, haberiklimi web sitesi, Diyanet Çocuk Dergisi, Ne Dedimse Kendime adlı kitabınız, Kitap Dostları Topluluğu ve Erdemliler Topluluğu Projeleri, 81 il 81 çocuk kutlu doğum projesi gibi pek çok yerde karşıma Musa Mert ismi çıktı. Sizi tanımayanlar yahut bir yönüyle tanıyanlar için sorayım Musa Mert kimdir?
“Kuru et yiyen bir kadının oğluyum” buyuran muhteşem insanın ümmetinden biri. Sıradan biri. Mesleğini aşk derecesinde seven bir öğretmen. Hepsi bu kadar.
2. Kişinin yaptığı mesleği sevmesi gerekiyor, ama benim sizde gördüğüm sevmekten öte bir aşk. Mesleğe ilk başladığınızda da böyle miydiniz yoksa katlanarak artan bir sevgi mi bu durum?
İlk sohbet grubumu oluşturduğumda 16-17 yaşındaydım. O günden beri çocuklarla, gençlerle birlikteyim.
Üniversite yıllarında kaldığım öğrenci evi neredeyse, mahallenin çocukları da oradaydı. Onlara çay yapar, ikramda bulunurdum. Sohbetler eder, oyunlar oynar, gerekirse burunlarını silerdim.
Çocukların ve gençlerin çok özel bir yeri var benim yüreğimde. Onlar yeryüzünün melekleridir. Bir çocuğun kalbine girebilmek; Merhameti Yaratan’ın sıcaklığını iliklerine kadar duymanın, peygamberlerin ismetini temaşa etmenin en sade yoludur. Çocuklar ve gençler var oldukça ümit var demektir. Onlar benim geleceğe dair umudum, heyecanım, enerjim, mutluluk kaynağım. Onların dünyası, çirkinleştirilen ve çirkef yumağı haline getirilen şu dünyada oksijen çadırım benim. Hayatta nefes aldığım (cami dışında) iki yer var: Biri evim, diğeri okulum.
1993 yılından bu yana devlet okullarında derslere girmeye başladığım günden beri aynı heyecan ve mutluluğu yaşıyorum. Yaşanan olumsuzlukları, kötülükleri gördükçe daha bir bileniyorum. Bu da mesleğime olan bağlılığımı ve sevgimi sürekli artırıyor elbette.
3. Hocam sizi hep gülerken görüyoruz. Bu kadar mütebessim bir çehrenin kaynağı nedir desem cevabınız ne olur?
Bu bana çok sık sorulan sorulardan birisi. Kimi hayranlıkla, kimi sevgi ve sempatiyle soruyor. Benim neşeli hâlimi çekemeyen zavallılara da rastlıyorum. Onlar da kimi zaman ciddiyetin kutsallığından dem vurarak, kimi zaman da bir kez olsun yüzümü solgun görmek için iğneleyici sözlerle aynı soruyu soruyorlar.
4. Aman Hocam biz bu sonunculardan değiliz.
Estağfirullah efendim, sizin samimiyetinizden zerre miskal şüphem yok. (Karşılıklı tebessüm)
5. Buyurun hocam, “bana çok sık sorulan sorulardan birisi” diyordunuz.
Evet. Tarihe, özellikle de Peygamber Efendimiz’e (s.a.) bakın. Güler yüzlü, neşeli insanlar hayatın esprisini anlayan insanlardır; boşuna mı gülümsüyorlar sanıyorsunuz?!
“Gülümsemek sadakadır” buyuran bir Peygamber’in abus çehreli ümmeti olabilir mi?! Ben O’nu (s.a.) secdede gözü yaşlı, insanlara karşı ışıl ışıl ay gibi gülümseyen yüzüyle tanıyorum. Gülümsemesi yüreğinin derinliği kadar... Hangi buzdağları erimez ki karşısında?!
Evet, ben neşeli bir adamım. Gülen, gülümseyen bir dünya istiyorum. Bana göre gülen bir yüz kötülere ve kötülüklere karşı bir dik duruştur. Onlara karşı gerçekleştirilebilecek tüm eylemlerin ilk adımıdır.
Gülümseyen insanlar, sezgileri, ferasetleri geniş insanlardır. Onların derinlerdeki dertlerini kimse bilmez, bilmesi de gerekmez. Ancak, sorunlara, sıkıntılara gülümseyerek bakmak, akıllıca hâl yoluna gitmek yerine kahrolmak, hayattan kopmak, arabesk bir rüzgâra kapılmak aptalca ve zavallıca geliyor bana. Ben de Allah’ın izniyle gülümsemeye devam edeceğim. Hep gülümseyeceğim. Sonunda gülümseyerek öleceğim. Dertlerim ve sıkıntılarım “Bu adamı bir türlü üzemedik!” diye kahrolacaklar.
Hem, sorunlarımla, sıkıntılarımla başkalarının canını sıkmaya hakkım yok diye düşünüyorum. İçim kan ağlasa da karşımdaki insanın benim sebebimle tebessüm etmesinden dolayı mutluluk duyuyorum. Bu da benim tebessüm eden yüzümün sürekliliğini sağlıyor.
Benim de yüzümün solduğu zamanlar vardır: Günahlarım soldurur bir, bir de bir müminin, sevdiklerimin canı yandığında...
6. Sizde benim en çok merak ettiğim şey enerjiniz. Bunca projeye yetecek gücü ve enerjiyi nereden buluyorsunuz ve daha da önemlisi dingin bir ruhu nasıl muhafaza ediyorsunuz?
Neşeli insanlar genellikle sığ insanlara aptal görüntüsü verirler. Oysa onlar yaşanan olumsuzlukların, insanımızı sürekli içine çeken kötülüklerin en az güzellikler kadar farkındadırlar. Onlar yarısına kadar su dolu bir bardakta takılıp kalmazlar. O bardakta su varsa bunun bir kaynağının olduğunu düşünürler. Buradan yola çıkarak nehirleri, okyanusları, onları da besleyen yağmur bulutlarını araştırırlar. Ümitsizlik imansızlıktır. Kur’an öğretiyor bunu bize. İşte enerjimin kaynağı budur. Dünya, ülkemiz ve gençlik kötüye gidiyor, diyorlar. Benim cevabım ise şudur: Umudu yaratan boşuna yaratmamıştır elbet?! İnsanlığın, bir gün ya düşünüp bularak ya da kafasını duvara toslayarak gerçekleri fark edeceğine ve özüne döneceğine inanıyorum.
İşte bu umutla herkes kendi işini en doğru, en güzel şekilde yapmaya çalışmalı. Allah bana benden soracak. Boş bahanelerle avunmanın ya da dövünüp ah vah etmenin anlamı yok. Ben kul olarak üzerime düşeni yapmalıyım. Allah ne yaparsa en güzelini yapar. Sonuç mutlaka hayır olacaktır diye düşünüyorum. Bu nedenle telaş etmek, anlamsız ve sonuçsuz kaygılarda boğulmak anlamlı gelmiyor bana.
7. Peki, hocam memur mantığı dediğimiz bir şey var. Bir ilahiyat mezunu, din kültürü öğretmeni, Kur’an kursu hocası yahut imam memur mantığına sahip olabilir mi, olsun mu? Eğer olursa/oluyorsa bilginin zekâtını nasıl ve nerede vereceğiz?
Öğrencilik yıllarında birilerine bir şeyler anlatabilmek için bir şekilde tanışma yolları arardık. Bir öğrenci evimiz yoksa ve anne babamızla kalıyorsak, her zaman evlerimiz müsait olmadığından mekân sorunları da yaşardık. Bir keresinde yapımı yarım kalmış derme çatma bir evin salonunu ev sahibinden rica ettik. O da kırmadı bizi sağ olsun, verdi. Gençlerle çamur karıp zeminini düzenledik. Harçlıklarımızı birleştirip basit bir tefriş ve mütevazı bir kütüphane ile hazır hale getirdik. Orada tefsir, hadis dersleri yaptık bir süre.
Öğretmenliğe ilk başladığım günlerde hazır sınıfları görünce çok hoşuma gitmişti. Koca bir sınıf hazır bir mekânda beni bekliyordu. Üstüne üstlük bir de para verdiler yaptığım işten dolayı. Bu çok daha fazla şaşırtıcı gelmişti bana. Bedava derslere gir deseler seve seve girerdim çünkü.
Kimileri el arabası gibidir. Böyleleri ancak biri tarafından itilirse hareket edebilir. At arabaları gibidir kimileri de. Onlar da önden çekilirse harekete geçebilirler. Müslüman ise içten yanmalı bir motora sahiptir. Bu motor onun kalbidir, ateşlemeyi ve hareketi sağlayan kalbindeki imanıdır. İslam kendi ayakları üzerinde durabilen, hareketini iman ve ihlâsından alan bireyler yetiştirir. Böyle bireylerden oluşur Müslüman toplum. Din Eğitimi özel ve büyük sorumluluklar içeren bir alandır. Memur mantığı ile istenilen doğru sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Aksi halde paydos zili çalınca öğrenciden önce okulun bahçe kapısından fırlayan, namaz vakitleri dışında camiye uğramayan tipler çıkar ortaya. Yıllık izinlerinde beş vakit namazı terk eden imamlar gördük maalesef.
8. Siz vaktinizin büyük bir kısmını çocuklarla geçiriyorsunuz yahut onlara ait projelerle. Son yıllarda eğlenerek öğrenmek tabirini sıkça duyuyoruz. Bu eğlenerek öğrenmek nasıl olur?
Az önce bahsettiklerimiz işin şuur kısmı ile ilgili idi. Tabii ki bunun bir de bilgiye ait bölümü var. Bunu kaba hatlarıyla alan bilgisi ve öğretmenlik becerisi şeklinde bölümleyebiliriz. İster Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni, ister Kur’an Kursu öğreticisi, isterse de imam olsun –ki bana göre hepsi bir şekilde Din Eğitimcisidir- bunların hepsine birden sahip olmalıdır.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi bölümünde okuyan üniversite öğrencilerinin davetlisi olarak katıldığım bir programda, Kur’an-ı Kerim okumayı bilmeyen, Kur’an-ı Kerim, Arapça, Hz. Muhammed’in Hayatı gibi yeni konulan dersler dışında hangi ders olursa olsun girebileceğini söyleyen öğretmenlerden bahsedildi. Ayrıca, camilerde, kimi hocaların ağzından din adına ne hurafeler dinledim şahsen ben. Bu çok acı bir durum.
Diğer taraftan, yeterli alan bilgisine sahip olan bir din eğitimcisinin, öğrencilerle iletişim kurma ve bilgileri onların anlayabileceği şekilde sunma yollarını da bilmesi gerekir. Bu ise hem bilgi hem de beceri gerektiren bir iştir. Kanaatimce de herkesin yapabileceği bir şey değildir.
Nesil ve neslin alışkanlıkları, anlayışı, beklentileri, talepleri, zevk ve heyecanı sürekli değişiyor. Çocuklar o kadar renkli bir dünyada yaşıyorlar ki sınıfta ya da camilerde uzun süre oturmaktan sıkılıyorlar. Eğlenerek öğrenmeyi istiyorlar. Bunun için tekerlemeler, tatlı-neşeli hikâyeler, bilmeceler-bulmacalar, oyunlar, öğrencilerin hem sosyal yönlerini geliştirecek hem de bilgilenmeleri sağlayacak oyunlar, şarkılar, film ve animasyonlar kullanılabilir. Bazen çocukların düzeyine uygun bir fıkra bile koskoca bir konuyu anlatabilir. Örneğin, bir fıkra anlatılır, birlikte gülünür ve o fıkra üzerinde öğrencilerle tartışmalar yapılıp sonuca gidilir. Bu öğrencilerin zihninde daha kalıcı bir iz bırakır. Ancak yeni nesle dinleme ve tartışma kültürü de bir şekilde kazandırılmalıdır.
Bir de çocuklara ait bir cami olsa diye düşünüyorum bazen. İmamı ve cemaati çocuklardan oluşan bir cami. Cami duvarları renkli motiflerle, Kur’an harfleriyle boyansa. Minberi kaykay şeklinde, mihrabı yapboz olsa. İki minare arasına salıncak kurulsa mesela. Geniş bir avlusu olsa. Avluda çocuk kitaplarıyla dolu bir kütüphane, yanında oyun parkı. Park özel dizayn edilse. Tahterevallinin oku elif, oturakları tı harfi olsa mesela. Çift kale maç yapsa çocuklar. Direkleri kalem olan kalelere gol atsalar. adı Kevser olan güzel mi güzel, temiz mi temiz muhteşem bir havuz olsa. 40 vakit namaza gelen, Kur’an öğrenen içse bu havuzdan...
Çok mu uçuk oldu?
9. Süper hocam. Ben gönüllüyüm. Aslında hayata geçirilse çocuklar çıkmaz o camiden.
Aman anne babalar duymasın. (Karşılıklı tebessüm)
10. Bir de şunu ekleyeyim biz diyanet personeli çocuklarla daha sıklıkla yaz dönemlerine bir arada oluyoruz. Kışın genelde yetişkin eğitimiyle meşgulüz malumunuz. Uzun bir aradan sonra tekrar çocuklarla bir arada olmanın bir acemiliği olabilir bazılarımızda bunu nasıl aşabiliriz?
Resmi statüleri bağlamında söyleyecek olursak, Diyanet personelinin işleri Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine göre daha zordur. Diyanet Personeli hem çocuk eğitimi hem de halk eğitimi ile karşı karşıyadırlar. Bu ise onların her iki alanda da kendilerini çok iyi yetiştirmelerini gerekli kılmaktadır.
Kışın sadece yetişkin eğitimiyle uğraşan arkadaşlarımızın yazın çocuklar karşısında bocalamaları doğaldır. Bunun için yıl boyunca bir şekilde çocuklarla ilgilenmeyi de devam ettirmeleri onları zinde tutacaktır. Bunun dışında yaz kurslarına gelen çocukları iyi gözlemlemeleri, onları tanımaya çalışmaları gerekir. Panik yapmadan, oldukça sakin ve bilinçli davranmaları, öğrencilerin durumlarına göre bir plan ve strateji geliştirmeleri gerekir. Çocuklarla tatlı, sevgi dolu saygın bir iletişim kurduktan sonra bu konuda çocukların kendilerine yardımcı olduklarına dahi şahit olacaklardır. Bunun için de mutlaka “Kimin çocuğu varsa onunla çocuklaşsın" buyuran Peygamberimiz’in (s.a.) çocuklara davranışlarını ve eğitim modelini önceden çok iyi okuyup analiz etmeleri gerekir.
11. Her yaz başı bize verilen seminerlerde çocukla göz temasından, çocuğun ismini öğrenmenin öneminden vs. bahsediliyor. Bu maddeler artar gider lakin tek bir madde olsa sanırım o “çocuğu sevmek” olurdu. Peki, çocukları nasıl sevebiliriz hocam?
Allah Resulü (s.a.) “Çocuk kokusu cennetin kokusundandır” buyurur. Bunun pek çok anlamı vardır. Efendimiz’in (s.a.) bu ifadesi bize çocuğun cennet gibi hoş, latif, sevilen, beğenilen, arzulanan, özlenen bir güzellik olduğunu anlatır. Bunun yanında çocuğun cenneti kazanabilme sebebi olduğunu da anlatır. Çocuklar bizim geleceğimizdir. Ölsek de ebedi âlemde rızıklanacağımız azığımızı amel defterlerimize taşıyan ciğerparelerimizdir.
Yeryüzünün en latif, en tatlı, en masum varlıkları çocuklardır. Onların yaramazlıkları dahi ihanet ve kötü niyet barındırmaz. Tabiatta yer alan pek çok güzellikler arasında bir kuş, bir çiçek, bir yağmur, bir gökkuşağı nasıl insan olanı etkiler, mutlu eder, onda güzel duygular çağrıştırırsa çocuk da aynı etkiye sahiptir. Tabiatta hiçbir manzara çocuksuz tamam olmaz. Fıtratı temiz her insan çocukları sever. Çocuk sevgisi sevgilerin en kolay, en tabi olanlarındandır. Bana göre asıl zor olan çocukları sevmemektir. Bu bir tür hastalıktır. Onları sevmemeyi başarabilmek için –şayet buna başarı denirse- fıtratımızda tahribatlar yapmamız, özel çabalar içine girmemiz gerekir. Çocukları sevmeyen biri, hatta insanları sevmeyen biri kesinlikle eğitim ve öğretimden uzak durmalıdır. Yapısına uygun başka bir işle uğraşmalıdır.
12. Siz hem Milli Eğitim hem Diyanet camiasını yakından tanıyan birisiniz. Bu alanlardaki çalışmaları da yakından takip ediyorsunuz sanırım. Diyanet için konuşursak elimizde olan materyalleri nasıl değerlendirirsiniz?
Sayın Başkan Mehmet Görmez ile Diyanet’te bir kıpırdanma oldu. Hakikaten güzel işlere imza atıyor son zamanlarda Diyanet. Ancak bunlar yeterli değil. Pek çok şey söylenebilir bu konuda. Ama ilk aklıma gelenleri sıralayayım.
Sosyal değişim çoğunlukla medya üzerinden, internetten gerçekleşiyor. Biz okullarda, kurslarda güzel bir şeyler yapalım diye uğraşıp dururken bir dizi, bir sanatçı vs. bir davranışıyla gençleri, çocukları etkileyebiliyor. Örneğin bir dizideki öğrenciler kravatlarını aşağıya sarkıtıp gömlek düğmelerini açıyor. Okullarda aynı manzaralarla karşılaşıyorsunuz. Bunun için çok özel, titiz ve güzel çalışmalar yapmak lazım. Bu alan hep boş bırakılıyor. Dini yayın ya da program yapan kimi televizyon kanallarının yaptığı gibi sırlarla dolu, insanı bayan, karamsarlığa ve tuhaf duygulara iten yayınlar fayda yerine zarar veriyor. Diyanet’in televizyonunu en çok izlenen profesyonel bir televizyon haline getirmeli. Bu televizyonda hem yetişkinler için yapılan programlar, hem de çocuk programları dolu dolu olmalı. Elinden iş gelen herkesten yardım almalı. Programlar, filimler, diziler vs. ufuk açmalı. Çocuklar için ayrı bir kanal da düşünülebilir. Bunu yapabilecek potansiyele sahip bir ülke olduğumuzu düşünüyorum.
Halka ve çocuklara özel internet siteleri yapılmalı. Çocukları içine çekecek heyecan verici oyunlarla Kur’an ve Hz. Peygamber öğretilebilir örneğin.
Camiler Müslüman mimarlar tarafından yeniden tasarlanmalı. Namaz kılma mekânları olması yanında, sosyal bir mekân hâline getirilmeli camiler. Asr-ı Saadet’teki fonksiyonuna kavuşturulmalı ki mahallenin ya da köyün kalbi orada atsın. Bunun için camiler ya birkaç katlı ya da külliye şeklinde olmalı. Bir caminin kütüphanesi, konferans salonu, lokali, oyun alanları, parkı v.b. olmalı mesela.
Diyanet Çocuk dergisinde de bir değişim göze çarpıyor. Şu haliyle hoş. Ama yeterli değil. Klasik bir din anlatımının ötesinde çizimlerinden içeriğine, hatta dergi boyutu ve şekline varıncaya kadar günümüz çocuklarının dikkatini çekecek, çok özgün yeni bir dergi modeli üretmenin yolları aranmalı.
Çocuk edebiyatı konusunda da çok eksiğiz. Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses ve Yedi cüceler vb. halâ çocuklarımız tarafından en çok okunan hikâyeler arasında. Bizim öykülerimiz, hikâyelerimiz, masallarımız, romanlarımız bizim çocuklarımızın gözdesi olmalı. Eskiler canlandırılıp tanıtılmalı, yenileri yazılmalı. Yeni damarlar bulunmalı. Cahit Zarifoğlu damarı devam ettirilmeli mesela. Bunun için de hiçbir masraftan kaçınılmamalı, her türlü imkân seferber edilmelidir. Milli Eğitim, Kültür Bakanlığı ya da Diyanet bunu üstlenebilir.
13. Son birkaç yılda DİB'in hitap ettiği kitle hızla değişti. İhtiyaç odaklı eğitim programı ile daha önce ulaşamadığımız kesimlere ulaşma fırsatı bulduk. Şimdi de okul öncesi eğitim gündemde. Yetmiş yaşındaki teyzeye de 6 yaşındaki çocuğa da eğitim öğretim işini üstlenen diyanet personeli kendisini nasıl geliştirebilir?
Dünyanın en harika projesini getirseniz, bu projeyi uygulayacak olan nihayetinde personeldir. Bu konuda ülkemizde ciddi eksikliklerin ve sıkıntıların olduğunu düşünüyorum.
Eğitim takım işidir. Örneğin bir futbol takımını düşünün. Herkesin bir görevi ve mücadele alanı var. Orta saha oyuncusu top dağıtma becerisi konusunda yetersizse ya da kaleci daha topu elinde tutmayı beceremiyorsa bu takımın başarılı bir oyun sergilemesini bekleyemeyiz. Herkes çok iyi bir futbolcu olabilir mi? Elbette hayır. Futbol bir yetenek, beceri işi. Eğitim de öyle. Eğitim ciddi bir iştir ve bunu gerçekleştirecek bireyler daha baştan özenle seçilmeli, sonra da özenle yetiştirmelidir. İmkânsızlıklardan pek çok imkân yaratan eğitimcilerimiz, hocalarımız da az değildir.
Diyanet faaliyet alanını genişletiyor. Bu güzel. Tedbirlerini aldığını, faaliyet planlarının da olduğunu düşünüyorum. Personele düşen ise yapılanları, yapılmak istenenleri iyi anlamak, çok okuyarak kendini yenileyip geliştirmektir. Bu ise insanın içinden gelen bir şeydir. Yoksa tepeden inme programlarla kimseye bir adım attıramazsınız.
14. Biz biliyoruz ki çocuğun eğitimi onun dünyasına girmekle başlıyor. Çocuğun dünyasına girmek için pedagojik formasyon yeterli midir yahut formasyonsuz sevgi bizi nereye götürür? Diyanetin bu alandaki çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siz, bir rahatsızlığınız sebebiyle işin ehli, mahir bir doktor dururken sizi herkesten çok seven, değer veren, içi insan sevgisiyle dolu bir marangoz arkadaşınız tarafından ameliyat edilmek ister misiniz? Elbette hayır! Doktorun neşteri ne kadar hayati önem taşıyorsa, öğretmenin yaptığı iş de en az o kadar hayatidir. İkisi de ya hayat kurtarır ya da hayat söndürür. Hatta öğretmeninki hayatlar kurtarır, hayatlar söndürür. Öğretmenler, nesillerin dünyasıyla oynar. Din Eğitimcileri ise, nesillerin hem dünyası hem de ahireti ile oynar! Bunun için her eğitimci kendisini iyi yetiştirmelidir.
Bana göre de sevgi işin esasıdır. Fakat tek başına yeterli değildir. Yetenek yanında iyi bir eğitim de gerekir. Bu konuda örneklerin en güzeline sahibiz: Hz. Peygamber (s.a.). Örneğin, sohbetimizin başlarında söylediğim Peygamberimiz’in (s.a.), çocukla çocuklaşma ile ilgili buyruğunu ele alalım. Çocukla çocuklaşmak demek, çocukların dünyasına girin demektir. Çocukların karşısında değil yanında yer alın, hayata onların dünyasından, penceresinden bakın ve daha birçok şey demektir. Dahası, Peygamber Efendimiz (s.a.), yirmi üç yıllık kısa bir zamanda kızlarını diri diri toprağa gömen insanları nasıl “Sahâbe” yaptı ve onlarla “Asr-ı Saadet”i (Mutluluk Çağı’nı) nasıl kurdu? İşte buna çokça kafa yorulmalıdır. Kur’an’ın ve Peygamber Efendimizin (s.a.) eğitim modeli çok iyi öğrenilmeli, kavranılmalı ve bu eğitim modelinin çağın şartları doğrultusunda uygulama yolları aranmalıdır.
15. Bildiğim kadarıyla eşiniz de Kuran kursu hocası. Kursun değil mahallenin hocası/öğretmeni olmak durumunu bizzat yaşıyorsunuz ailecek. Ben bazı arkadaşların hanımlarla iletişim kurmakta zorlandıklarını görüyorum. Aldığımız eğitim bizi mahalleye yaklaştırmalı iken uzaklaştırabiliyor kimi zaman, bunu nasıl aşabiliriz sizce?
“İmam” kelimesi bildiğiniz gibi, önder, lider, devlet başkanı, başkan gibi anlamlara gelir. İmamların en güzeli aynı zamanda İmamü’l-Harameyn diye de anılan Hz. Peygamber’dir (s.a.). İmam kelimesinin kökü “Ümm”dür, yani anne. Ümmet ise bir anneye bağlı çocuklar gibidir, kardeştir. İmam, öğretmen, Kur’an kursu öğreticisi, adına ne derseniz deyin muhataplarına karşı anne gibi olmalı, anne sıcaklığında olmalıdır. Anne gibi şefkatli, koruyucu, sarıp sarmalayıcı olmalıdır. Peygamberimiz’in (s.a.) ümmetine olan düşkünlüğü herkesçe malumdur. Allah Resulü’nü (s.a.) din dersi öğretmenleri, hocalar, imamlar örnek almayacaksa kim alacak?!
İnandığımız değerlerle yaşadığımız dünya çoğu zaman çelişiyor. Aldığımız eğitim ve kafa yapımız materyalist, seküler olursa kendimize ve içinde bulunduğumuz topluma yabancılaşırız. İslam dinini öğretecek insanları Kur’an anlayışı ve ruhuyla yetiştirmediğinizde ders anlatma robotu olmaktan öteye geçemeyeceklerdir. Özümüze dönmeliyiz. Toplumun içinden geldikleri halde burnu havada, toplumu küçümseyen, dışlayan patolojik vakalar, bu dine çok büyük zararlar veriyor. Üstelik bu tipler, değer ölçeklerini materyalist bir anlayıştan aldıkları için topluma karşı ukaladırlar. Kendilerinden daha çok imkân ve paraya, onlara göre daha büyük makama sahip olanlara karşı da tiksindirici bir aşağılık kompleksine sahiptirler.
Son dönemde Diyanet camiasında dillendirilen “Cami imamı yerine mahallenin, köyün imamı, kurs hocası yerine mahallenin, köyün hocası” anlayışını bu nedenle çok beğeniyorum. Bunu gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
16. Kitabınıza gelecek olursak, ben her eğitimcinin başucu kitabı gözüyle baktım cümlelerinize. Dünyanın en zor işi bizzat insanın eğitimi ile ilgilenmek olsa gerek. Bu mesleği yaparken zaman zaman ümitsizliğe kapıldığımız, yorulduğumuz, bunaldığımız anlar olabiliyor. Şartlar her zaman bizim istediğimiz gibi olmuyor. Siz bu işin çileli yönlerini de çekmiş birisiniz. Bu zorluk dönemleriyle nasıl baş ettiniz?
Teveccühünüz için teşekkür ediyorum. Umarım Rabbim salih amel olarak kabul eder. Bizimkisi mütevazı, küçük bir çalışma sadece.
Bana göre öğretmenlik ya aşktır, ya da hiçbir şey. Böyle bakabildiğinizde gerisi kendiliğinden geliyor. Bir demirin güzel bir kılıç olabilmesi için ateşte kızarıncaya kadar yanması, örsün üzerinde koca çekiçlerle dövülmesi, soğuk sularda boğulması gerekir. Bir kılıcı bilerken dökülen parçalar onu ancak keskinleştirir. Bu yolda çekilen sıkıntılar, acılar, zorluklar insanı olgunlaştırır, belli bir kıvama getirir.
Elinde Kur’an, önünde Peygamber (s.a) olan bir insanın zorluklarla baş etme konusunda başka bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanlar dayanacakları bastonlar, birlikte yürüyecekleri yoldaşlar, gözyaşlarını silecek şefkatli eller arıyorlar. Sahip oldukları değerin farkında bile değiller. Kur’an gibi bir hayat kitabına, Hz. Peygamber (s.a.) gibi bir örneğe, öndere sahip olan bir kimse başka ne ister?! Örneğin kişisel gelişim üzerine yazılmış kitaplar, ne kadar güzel olursa olsun, bir ayetin ya da bir hadisin bana verdiği bakış açısını, heyecanı ve enerjiyi vermiyorlar. Bu konuda ben şimdi size hangi ayeti ya da hadisi, hangi peygamberî örneği söyleyeyim? O kadar çok ki… (Karşılıklı tebessüm.)
17. Hocam ben sizi “tek başına cemaat gibi çalışan” bir mü'min olarak görüyorum. Gayretiniz hepimize örnek olası. Aklınız hep hayr üzere çalışsın diye de dua ediyorum. Peki, şu an aklınızda nasıl projeler var? Önümüzdeki günlerde sizden neler duyacağız?
Estağfirullah. Abartmayalım lütfen. Örnek Allah Resulü’dür (s.a.)! Bizden örnek olmaz. Bizim bir yanımız iyiyse bir yanımız eksik. Mükemmeli ve aslı dururken müsveddelerin lafı bile olmaz. Duanız için teşekkür ederim. Amin.
Şu an bitirmem gereken bir doktora tezim var. Onun üzerinde yoğunlaşmaya çalışıyorum. Öncelikli işim bu.
Bunun yanında şimdilik gündemimde birkaç kitap çalışması var. Allah izin verirse tabi. Birisi, İmam-ı A’zam Ebu Hanife ile ilgili bir çalışma olacak. Bu çalışmanın bir özetini Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde verdiğim bir konferansta sunmuştum. Çalışmanın omurgası tamam. Doktoradan sonra onu yazmayı düşünüyorum. Hikâyelerimi kitaplaştırmayı düşünüyorum ayrıca. Yüksek lisans tezimi kitaplaştırmak da yapmak istediklerim arasında.
Bunlara ilaveten, 81 ilden 81 çocuğun katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “O’nu Göndermeseydi” projesinin mimarı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni 6 arkadaşımla yeni projeler peşindeyiz. Allah nasip eder de hayata geçirebilirsek onlardan da haberiniz olur.
18. Efendimiz (s.a.) “din nasihattir.” buyuruyor. Ben de size “bana bir şey tavsiye edin” desem ne dersiniz?
Allah’ın Kitabına ve Resulü’nün (s.a.) sünnetine hep birlikte sımsıkı sarılalım inşallah.
19. Bu hoş sohbet için teşekkür ediyorum hocam.
Sabrınız için ben teşekkür ederim saygıdeğer hocam.
Yorum Gönder